M. Levent Artüz | Adıyla Yaşat, Adıyla Koru: Barbunya Balığının Sessiz Çöküşü! | Balık Haber
17 Nisan 2025, Perşembe 04:04
Balıklar yalnızca doğal kaynak değildir; her biri bir hikâyedir, bir bellektir. Bu belleği korumanın yolu, o türleri sadece avlamaktan ya da üretmekten değil, onları doğru adlarıyla, geçmişleriyle ve kültürel bağlamlarıyla yaşatmaktan geçer.
Eğer bir türün adı unutuluyorsa, o türün yok oluşu çoktan başlamış demektir.
Bir zamanlar hem lezzetiyle hem bolluğuyla sofraların baş tacı olan Barbunya balığı (Lat.: Mullus barbatus), ne yazıktır ki yavaş yavaş sadece denizlerimizden değil, dilimizden de silinmek üzeredir. "Barbunya" adının giderek unutuluyor olması, yerine anlamı ve geçmişi olmayan “barbun” gibi yüzeysel bir lakap yerleşiyor olması bir hayli düşündürücü bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum, sadece dildeki bir sadeleşme değil, kültürel hafızamızın, denizcilik mirasımızın ve su ürünlerine duyduğumuz saygının da kaybı demektir. Bu türden bir değişim, yalnızca bir kelimenin kaybından öte; bir yaşam biçiminin, bir belleğin, bir geleneğin kopuşu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Barbunya balığı, tropik ve ılıman denizlerin sahil bölgelerinde, dip ve dibe yakın yakın kesimlerinde bulunan bir türdür. Genellikle kumlu veya çamurlu zeminleri tercih eden bu balık, buralarda burun altındaki çift bıyığı sayesinde deniz tabanını tarayarak besin bulur. Etçil yapısıyla, genç larva döneminde planktonlarla, erginliğinde ise dipte yaşayan poliketler (deniz solucanları), kabuklular, yumuşakçalar ve küçük balıklarla beslenir. Ortalama 25–40 cm boya ulaşabilen bu tür, uygun koşullarda 10 yıla kadar yaşayabilir. Genellikle, ilk ya da ikinci yaşında eşeysel olgunluğa ulaşır. Deniz suyu sıcaklığı 14°C civarına ulaştığında, kıyılara sürüler hâlinde yaklaşır ve Mayıs ayından Temmuz ayına kadar süren yumurtlama dönemi başlar. Bu dönemde deniz yüzeyinde serbest yüzen yumurtaları görülür. Yaklaşık 0.8 mm çapında olan bu yumurtalardan çıkan yavrular, iki aya yakın pelajik (su sütununda yüzen) bir yaşam sürer. Daha sonra, dibe inmeleriyle birlikte, kıyıya yakın sığ sularda büyümeye devam ederler.
Barbunya balıkları genellikle sırtı kırmızımsı, yanları sarımsı pembe ya da erguvani tonlarda, karnı ise açık renkli bir görünüme sahiptir (Şekil 1). Bu renklenme hem kamuflaj hem de türün ayırt edilmesini kolaylaştıran önemli bir özelliktir.
Şekil 1 Barbunya balığı (İllüstrasyon Georgia Bini, 1968)
Ancak tüm bu görünüm özelliklerine rağmen, Barbunya balığı günümüzde sıklıkla Tekir balığıyla karıştırılmaktadır. Aslında görünüm olarak küçük ama ayırt edici farklara sahip olan bu iki tür, morfolojik özellikleriyle kolayca ayrılabilir. Barbunya balığının birinci sırt yüzgeci renksiz veya düz renkliyken, gözün altına isabet eden yanak pullarının ilk sırasında üç pul bulunur. Üst çene gözün ön kenarından indirilen çizgiye kadar varır (Şekil 2 a). Tekir balığının sırt yüzgeci üzerinde boyuna uzanmış esmer bant ve sarı leke bulunur; gözün altına isabet eden yanak pullarının ilk sırasında iki pul vardır ve üst çene gözün ön kenarından indirilen çizgiye kadar yaklaşmaz (Şekil 2 b). Yine de balıkçı tezgâhlarında ya da lokantalarda bu ayrım çoğu zaman yapılmaz; kimi zaman bilgi eksikliği, kimi zaman da kasıtlı ticari yönlendirme ile tüketici yanıltılır.
Şekil 2 Barbunya balığı ile Tekir balığı arasındaki temel farklar. A) Barbunya balığı, b) Tekir balığı
Bu türden karışıklıklar yalnızca tüketiciyi değil, ekosistemi de tehdit eder. Zira yanlış tür tanımlamaları, av istatistiklerinin güvenirliğini zedeler ve bilimsel temelli koruma politikalarının oluşturulmasını engeller. Türkiye denizlerinde bu cinse ait beş farklı tür bulunmaktadır. Bu türlerin her biri, denizlerimizdeki biyoçeşitliliğin bir parçasıdır. Doğru tanımlama ve tanıtım, yalnızca ticari değer açısından değil, denizel mirasımızın korunması açısından da kritik öneme sahiptir.
Geçmişte balık tezgâhlarında 30–35 cm’ye varan Barbunya balıklarına rastlamak sıradan bir durumdu. Oysa günümüzde, balıkçılık düzenleme tebliğlerinde en az avlanabilir boyu 13 cm olmasına rağmen bu türün pazarlardaki boyları genellikle 10–15 cm civarındadır. Bu yalnızca avcılık baskısının değil, aynı zamanda çevresel değişimlerin ve denizlerin giderek daha az üretken hale gelmesinin bir göstergesidir. 1915 yılında İstanbul Balıkhane Müdürü Karekin Deveciyan Efendi’nin Marmara Denizi ve Boğaziçi’nde ticari öneme sahip 143 tür arasında Barbunya balığını da detaylı bir şekilde listelemesi, bu balığın tarihsel önemini açıkça ortaya koyar. Günümüzde ise hem kendisi hem de adı neredeyse unutulmuş durumdadır.
Gerçekte Barbunya balığı bu çöküşün yalnızca bir sembolüdür. "İstirangilos", "Topan", "Çuka", "Şip", "Mavriaki", "Pulaterina" gibi bir zamanlar kıyı toplumlarının bildiği, mutfak kültüründe yeri olan balık isimleri de bugün neredeyse tamamen unutulmuştur. Bu, yalnızca türlerin değil; onlarla birlikte gelen bilginin, alışkanlığın, belleğin yitimi demektir. Sözlü gelenekle aktarılan tür bilgisi, balıkçının denizle kurduğu bağın bir parçasıdır. Ancak ne yazıktır ki gün geçtikçe o bağın yerini endüstriyel avcılık, hızlı tüketim ve anonimleştirilmiş tür adları almaya başlamıştır.
En başta deniz kirliliği olmak üzere, yanlış avlanma politikaları, kontrolsüz ve usulsüz avcılık ve kıyı tahribatı yalnızca türlerin stoklarını değil, onların isimlerini de tehdit etmektedir. Bu tehdidin boyutları, zaman zaman yanlış adlandırmalarla daha da görünür hale gelmekte ve gerçekte olmayan tür adlarının pazarlama kaygısıyla uydurulduğunu görülmektedir. Tirsi balığına “Ada Çinekopu”, gökkuşağı alabalığına “Türk Somonu” gibi isimler verilmesi yalnızca tüketiciyi aldatmakla kalmamakta, su ürünleri alanında kökleşmiş güveni ve kültürel tutarlılığı da aşındırmaktadır.
Unutulmamalıdır ki balık isimleri sadece birer kelime değildir. Bir halkın doğayla, denizle, avcılıkla ve sofrayla kurduğu ilişkinin hafıza kodlarıdır. Bu kodlar kaybolduğunda, geri dönüşü olmayan bir kopuş yaşanır. Balığın adı unutulursa, ardından tadı da unutulur, hikâyesi de, mevsimi de, nasıl tutulacağı da. İşte bu yüzden, balıkları yalnızca stoklarıyla değil, adlarıyla da korumalıyız. Çünkü bir türün adı unutulduğunda, o türün yok oluşu da çoktan başlamıştır!
M. Levent Artüz
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.